8 Mayıs 2011 Pazar

Yarın sınavım var...

 Saat 02:52... Bu sefer üşenmiyorum Ipad'imden değil bilgisayarımdan yazıyorum. Reklam kısmını geçtiğimize göre sadete geliyorum.

 Yarın sınavım var, almam gereken bir diplomam var, sorumluluklarım var, hayallerim var, bolca sıkıntım var, engelim var ve en önemlisi uykum var...
 Ders çalışasım yok, okulu bu dönem bitirme ihtimalim yok, istikrar yok, enerjim yok, dermanım yok, savaşacak gücüm yok ve yine en önemlisi yatasım yok...
 Eskiden kontrol manyağı idim. Bu kampüs üniversite felan bozdu. Eskiden hiç birşeyi yapamayacağıma inanırdım. Sonunu düşünürdüm herşeyin şimdi ise tam tersi oldu. Harbiden ne oldu yahu? Neyse konumuz bu değil. Konunun ne olduğunu bilmiyorum ya. Bir yaşam koçuna ihtiyacım var. Bir insanın gideceği yer kadar nasıl gideceği de önemlidir. Asıl mesele gitmektedir, yola koyulmaktır. Ama yoldaki seni belirleyecek olan yola nasıl çıktığındır.
 Makinemi sattım üzgünüm. Satmak istemezdim ama hayatımı tamamen fotoğraf üzerine kurmuştum. Hayatta hiçbirşey bu kadar yer kaplamamalı. İngiltere'ye filmli fotoğraf makinem ile gideceğim. İlk etapta çok büyük bir handikap bende farkındayım. Ama yola "farklı" çıkmalıydım bu sefer. Korkmuyormuyum hemde nasıl korkuyorum. Sanki bir parçam eksik. Bugün Bournemouth ile ilgili videolar izledim zaten... Off off
Bir sır vermek istiyorum bu ara dışardan melankolik gözüküyorum. Ama aslında mutluyum. Hani bir nesne ışık kaynağına ne kadar yakınsa gölgesi o kadar büyük olur, benimkide o misal dertlerim yakın mutluluklarım uzak... Onun için dertlerim büyük gözüküyor. 2000 TL nakit para, 5D MarkII, İngiltere vizesi ve güzel bir hatun işte benim için mutluluk... Ha bu arada;
 Yarın sınavım var yahu...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Hayatin rutinlerine takilmak

Hayati anlatan bir yazi yazmak istemisimdir hep. Bana hep karmasik, zor birsey gibi gelir kendileri. Onun icin yazmakta her zaman zorlanmisimdir. Cunku alismisimdir o yazmistir ben oynamistirim. Bu 22 yillik surecte boyle suregelmistir. Ne dersiniz kendisi hakkinda iki cizgi cekmeye benimde hakkim vardir degil mi? Sira bana da gelmistir herhalde...
Hayatin rutinleri ile beynimizin gizli bir anlasmasi vardir. Rutinlerde kucuk mutluluklar saklidir. Bu anlasma geregi insan hayatin rutinlerinden mutlu olamaz. Yazinin basligina aldanmayin hayatin rutinlerine takilmak aslinda iyi birseydir. Toplumun buyuk bir kisminin dert yakindigi rutinleri yapmak icin herseyini verecek insanlar taniyorum. Elde edemediklerinden dolayi mutsuz olan insanlara diyecek lafim yok ancak elinde bulundurduklarindan dolayi sikilanlara rutinden bunalanlara iki cift lafim var.
Hayat kocaman bir deryadir, vakit bulamamaktan, yogunluktan sikayet etmeyiniz. Doldurun doldurabildiginiz kadar hayatinizi. Hergun ayni kahvaltiyi yaptiniz icin degil, bir gun o kahvaltiyi yapamadiginizda uzulun.

3 Nisan 2011 Pazar

Bournemouth Yolcusu Kalmasın


 Herkese tekrar merhabalar; uzun bir aradan sonra tekrar sizlerleyim...
 "Yahu ne zamandır nerelerdeydin?" diyenler olabilir. Tamam, biliyorum, haklısınız ama mazeretim var ve asabide değilim :)
 Hem iş, hem okul buna artı yurtfışı derken baya unuttuk blog olaylarını. Birde twitter denen olay iyiden iyiye hayatıma dahil olunca onun kolaylığı ve pratikliği, benim tembelliğimle birleşince ortaya bu tablo çıktı.


Brighton OUT Bournemouth IN
 Belgeler, evraklar, hayaller derken iyiden iyiye ısındık yurtdışına... Hep ikilemde kaldım ve seçimimi Bournemouth'dan yana kullandım, Ekonomik ve sosyal şartlarım Bournemouth'un ağır basmasının en büyük sebebidir. Giden arkadaşların referansları gerçekten bu yolda beni aydınlattı.
 
Her ne kadar isimleri benzesede an itibari ile iki şehir benim için farklı dünya. İnsanlar bana heycanımı soruyorlar. Yahu hayatında uçağa binmemiş bir Ademoğluyum. O konuda bile heycanım varken o dedğiniz bahsettiğiniz şeyden fazlasıyla bende var.
 Bu yurtdışı denen olay öyle birşeyki hayatımdaki tüm soru işaretlerini kaldırıyor çünkü kendisi o kadar çok soru işareti barındırıyorki başka soru işaretlerine yer bırakmıyor...
 Bu konuda çok yazacağım, çok paylaşacağım... Okuyanları sıkmak istemiyorum ve çok sevdiğim bir reklamın sloganı ile bitiriyorum (: "Hakkımızda Hayırlısı"

13 Aralık 2010 Pazartesi

Pazartesi Sendromu

Her pazartesi aynı şeyi söylerim; " Ne olur hafta sonları hiç bitmese? "
Niye mi ? Geçen hafta salladığım tüm işler, dersler, sıkıntılar beni pazartesi günü karşılar. Öyle bir durumdur ki etkisi ancak dört günde geçer. Size yine 2 gün kalır. Haftasonlarının değerini bilin!
Her pazartesi yayınlarında konu bulamayan dj'ler, konusuz kalan sabah programları pazartesi sendromundan bahseder. Herkes bu sendromu yaşar ancak her duyumuşuzda ilginç birşeymiş gibi tepki veririz. İlginç gerçekten ilginç. Size kötü bir haber daha; biraz tembelseniz bu olay sizde standartlaşır.
Bu sendorum hakkında her pazartesi birşeyler yazmak istiyorum ancak son bir tavsiye cumartesilerin değerini bilin !

10 Aralık 2010 Cuma

AŞK

 Engellilerin aşık olmaya hakkı varmıdır? Bu zor hayatı başkalarıyla paylaşmak istemeleri egoistlikmidir? Sevda uğruna gerçekten hiç bir engel tanınmaz mı ? Konu sevmek, paylaşmak olunca  bir engelli hayata karşı ne kadar pozitif olabilir..? Bu soruların cevaplarını gerçekten bilmiyorum ve baştan haber veriyorum uzun
yazacağım akşam akşam senin melankolik hallerini çekemem diyorsanız bence sayfayı çabucak kapatın...
 İlk başta kendime kızardım aşkı istemekle aşka özenmek arasındaki farkı ayırt edemezdim. "Özeniyorsun eksikliğin acı çekmeni sağlıyor sen aşık olamazsın diyordum" Ama gün geçtikçe kendimle birlikte dertlerim de büyüdü ve anlıyorum ki bu doğanın kanunu hemde bir numaralı kanunu; herşey eşiyle doğar.
 Doğada aşk her zaman vardı. Kimse içindeki Mecnun'u veya Leylayı keşfetmedi.

Haydi taş devrine doğru bir yolculuğa çıkalım. Hocama "Hocam ateş ne zaman icat edildi?" diye sorduğumda "Evlat ateş icat edilmedi sadece kontrol edildi. Yoksa doğada ateş her zaman vardı" cevabını almıştım. İlginç gelmişti ancak içimde şimdiki gibi derin bir yara bırakmamıştı. Ateşi kontrol edebilen insan o devirde güçlüydü hala güçlü...
 Ateş ile aşk... İkisinin de temelinde kontrol mekanizasması yatar. Hiç olmazsa çıkış noktalarında aynı ögeler bulunmaktadır. İçinizdeki ateştir aşk. Eğer ona sahip olmak istiyorsanız kendinizi kontrol etmeniz gerekir Duygularınızı kontrol edebilmelisinizdir. Orman yangınlarıyla kendini gösteren şimşeklerle yeryüzüne inen ateş, bugün nasıl bir çakmakta daha işlevsel ise, aşkta başladığı gün ne kadar iyi kontrol edilir ve yönlendirilirse o derece işlevsel ve amaca hizmet eden bir hal alır. "Hadi canım sende" demeyin! Başarı, mutluluk, huzur, konfor gibi tabirlerin hepsi içimizdeki duygulardan çıkan ana unsurlardır. Onları ne kadar iyi yönetirseniz o kadar mutlu, huzurlu, aşk dolu bir insan olursunuz. 
 Aşkta anı yaşacaksın der bazı aklı beş karış havadalar; aldanmayınız! Eğer gelecek adına mutluluk planlarımız olmasa, bu hayat maratonunda bir hedefimiz, kendi değerlerimiz olmasa aşk denen şeyde olmazdı. Olayı çok farklı bir noktaya bağlıyorum. Dikkatli olunuz. Aşkın temelinde yönetim vardır. Yukarıda altı çizili kelimelerin hepsi akademik yönetim derslerinin ana unsurlarıdır. Yönetim, yönetmek, yönetilmek, yönetebilmek uzar gider ve saymasıda zevkli oluyor aslında... Yönetim derslerinde tüm anektodları duygusal dünyanıza uygulayın kesinlikle başarılı olacaksınız. Ama unutmayın yönetebilmenin en büyük unsuru zamana ve ana unsura ayak uydurabilmektir. Aşk denen şey sizin hükmedebileceğiniz birşey değildir. Duyguları yönetmekle duyguların sahiplerini yönetmeyi birbirine karıştırmayınız. İçinizdeki despotu dışarı çıkarmak istemem...
 Evet bir engelliyim ve aşığım, hemde kendi dünyamdan olmayan bir insana aşığım. Farklıyım, negatif ve pozitif yanlarımın farkındayım... Hayatın bende ne alıp ne vereceğini çok iyi biliyorum. İyi bir öğrenci değilim, iyi bir dost, iyi bir arkadaş, iyi bir kanka değilim... Belki çok iyi bir evlat bile değilim. Ama çok iyi bir yöneticiyim çok iyi bir yönetici olacağım ve çok iyi bir aşığım... Ve iş hayatımda böyle olduğum için çok iyi noktalara geleceğim. Kendime güveniyorum. Aşk ise muamma...

 Bu dünyada kendini yönetemeyen hiç birşeyi yönetemez!

 Bölümümün hakkını verdim galiba.

 İnşallah gerçekten benim için doğru adressindir !

DüşünüYORUM

 Dünyanın nüfusun kaç milyon olduğunu bilmiyorum. Bildiğim birşey varsa oda dünya üzerinde kaç tane kafa varsa o kadar farklı dünya vardır. İddialı bir söz oldu farkındayım ama bu böyle; hiç olmazsa benim penceremden göründüğü kadarıyla...
 Herkes kafasında bir dünya kurmuş etrafındaki herkesin ona uyum sağlamasını bekliyor. Kırılmayan kalıplara sahip insanoğlu. Yahu bu hayat denen veret zor, monotan ve anlaşılması güç... Ee birde siz zorlaştırmayın yahu kafanızın içindeki bireyler olmamazı beklemeyin!
 İki taraflı bir savaş vermekteyiz. Bir hayatın kendisiyle uğraşıyoruz, bir de hayatın karşımıza çıkardığı insanlarla. İster engelli olun, ister engelleyen olun bu farketmez. Evet farkettiniz dimi engellenen ve engelleyen... Oyunun kuralı bu. İki taraf karşı karşıya... Bu konu hakkında daha yazacak bir şey kalmadı.

"Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az..."

Değişimi istiyorsanız 8 milyon engelliden başlamayınız... Siz 62 milyonu değiştirin bakın sıkıntılar nasılda çözülüyor...

 Bir kaç hafta daha bu tarz yazılar, ufak notlar paylaşacağım. Çünkü bu tarz şeyleri yazabilmek paylaşabilmek gerçekten önemli. Bunu yeni yeni anlıyorum...

Brighton hayalleri kurarken...

 Aynı hayalleri daha önce kurmuştum bundan tam 2 sene önce Las Vegas için. Tarih tekrar ediyor kendini... Gene bir sürü hayal, ideal, dolu bir kafa geçen seferden farklı olarak bitmek üzere olan bir okul var. Farklı şehirlerde, farklı zamanlarda, aynı hayali yaşatmak...

 Bu sefer Brighton... Ozan dostumun tavsiyesi gidip gördüğü ve tavsiye ettiği yer.
 Bu sabah 11 de bitti dersim ve hava soğuk olduğu için otobüse binmeyi gözüm yemedi. Servisi beklerken bilgisayarın başında vakit geçirmeye karar verdim. İlk önce ekşi sözlükte İelts başlığına denk geldim. Sonra aklıma Brighton'u araştırmak geldi. Her insanı betimleyen bir şehir vardır ya; işte benim şehrim...
 Bu şehre aşık olmamın bir sebebi daha var; benim gibi engelli olan birinin Brighton maceralarını okumak.
 Rahat olabileceğim, yargılanmadığım, farklılığımın her dakika yüzüme vurulmadığı, benim için pozitif yönleri çok çok ağır basan bir İngiltere şehri.
Bu sefer korkmuyorum heycanlı değilim sadece gideceğim, ne yapıp edip gideceğim diyorum. Farkındayım, kendime güveniyorum çünklü ben Türkiye gibi bir ülkede bile rahat bir şekilde yaşayabiliyorsam, mutluluk, huzur, rahatlık orada olacak. Kıracağım bu monotonluğu...
 Monotonluğun, cahilliğin, tekdüzeliğin, bencilliğin içinde farklılık olmaktansa, tamamen farklı bir ortamdaki farklılık olmayı tercih ederim...
 Aslında sadece Brighton için geçerli değil. Hani bir şarkı var ya; "gitmem gerek bu şehirden"
 Belki hiç beğenmeyeceğim, sıkılacağım, geri döneceğim... Tüm hayallerim yıkalacak... Gitmememi tavsiye eden insanlar haklı çıkacak. Büyük konuşmuyorum!
 Ama ya tam tersi olursa...